BOSNA-HERSEK’TEKİ SİYASİ KRİZİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Dr. Sedad BEŠLIJA

Bosna-Hersek’te Sırp entitenin lideri Milorad Dodik'in ayrılıkçı söylemleri bölgedeki mevcut siyasi gerilimi tırmandırırken, uluslararası toplumun bu konuda sergileyeceği tutum krizin aşılmasında belirleyici bir rol oynayacak.

Bosna bin senelik bir geçmişe sahip kadim bir Avrupa devletidir. Ülkenin devlet geçmişi, siyasi ve hukuki tarihine baktığımızda Orta Çağ, Osmanlı dönemi, Avusturya-Macaristan dönemi, Kraliyet Yugoslavya’sı ve komünist Yugoslavya dönemlerine şahitlik ettiğini görürüz. 1878 Berlin Kongresi’nden bu yana resmî adı Bosna-Hersek olan ülke, 1992’den beri Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olan bağımsız ve uluslararası kabul görmüş bir devlettir.

Bosna’nın tarihsel seyrinde, onu büyük ölçüde şekillendiren belirli sabitler öne çıkar. Bunlardan ilki Bosna halkının Bosna’nın bir vatan, devlet ve fikir olduğu konusunda şuur ve farkındalığı ve Bosna’nın 15. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar büyük imparatorlukların (20. yüzyıl boyunca ise Güney Slav devlet topluluklarının) bir parçası olduğu gerçeğine bakılmaksızın, bugüne kadar korunması için verilen mücadelenin sürekliliğidir.

İkinci husus ise özellikle 19. ve 20. yüzyıllardan bugüne kadar değişmeyen ve birçok kez Bosna devletinin bekasını tehlikeye atan Bosna karşıtı Sırp ve Hırvat eksenli büyük devlet kurma hayali, ideolojisi, politikası ve uygulamalarının olduğudur. Zira Bosna, çok eski zamanlardan beri birçok dış faktörün çıkarlarının kesiştiği önemli bir coğrafya olmuştur. Bosna aynı zamanda Avrupa’nın göbeğinde ve Avrupa için önemli bir medeniyet ve kültür değeri olan, Orta Çağ’dan günümüze dek çok kültürlü ve çok inançlı yaşam olgusunu hayata geçirmiş model bir coğrafyadır.

Bosna tarihi, aslında Bosna için verilen mücadelenin tarihidir. Bu durum, günümüzde tarihsel olarak çığır açıcı bir dönüm noktası diye nitelendirebileceğimiz olayların sık sık meydana gelmesine neden olmuştur. Bu bağlamda şu tarihî hadiseler zikredilebilir: 1914 Saraybosna suikastı; Bosna-Hersek’in SHS/Yugoslavya Krallığı’na dâhil edilmesi; 3 Ekim 1929 tarihli krallığın adının değiştirilmesi ve idari bölümlere ayrılmasına dair kanun; 1939 tarihli Hırvat Banlığını öngören Dragişa Cvetkoviç-Vladko Maçek Anlaşması; 25 Kasım 1943 tarihli Bosna-Hersek Halk Kurtuluş Ulusal Anti-Faşist Konseyi; 1974 tarihli Sosyalist Yugoslavya’nın Anayasası; 1990-1991 Yugoslavya’nın dağılma süreci; 1992 Bosna-Hersek’e karşı savaş ve işgal ile 1995 Dayton Barış Anlaşması.

Bosna Savaşı ve Sonrasında Yaşananlar

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde 1992-1995 yılları arasında Sırbistan ve Hırvatistan bağımsız ve egemen Bosna-Hersek’e karşı (Bosna’daki iç kukla siyasilerin de desteği ile) askerî bir işgal ve saldırı girişiminde bulundu. Bu dönemde Avrupa devletlerinin gözleri önünde başkent Saraybosna Avrupa tarihinin en uzun ablukası altında kaldı ve Boşnak Müslümanlara karşı soykırım yapıldı. Zaten bu ideolojik yapılar Boşnak Müslümanları hâlen Osmanlı’dan kalmış ve Avrupa’da yeri olmayan bir “kalıntı” olarak algılıyor.

Bu olay Avrupa’da İkinci Dünya Harbi’nden sonraki en acımasız katliam olmuş, bundan dolayı BM tarafından kurulan Lahey Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nce savaş suçlarından sorumlu Sırp ve Hırvat siyasi ve askerî liderler müebbet cezaya veya uzun hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. Ancak bununla birlikte uyguladıkları proje bir idari entite (Republika srpska/Sırp Cumhuriyeti) şeklinde hayatta kalabilmiştir.

Bosna-Hersek’in son 25 senedeki kaderini ABD’nin arabuluculuk yaptığı Dayton Barış Anlaşması belirlemiştir. Bu tarihî sözleşme 1992-1995 yılları arasındaki eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla başlayan savaşı sona erdirmiştir. Dönemin Bosna-Hersek Cumhuriyeti Devlet Başkanı Aliya İzetbegoviç, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franyo Tucman tarafından Kasım 1995’te ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton kenti yakınında uzlaşma sağlanmış ve antlaşma 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te resmen imzalanmıştır.

Anlaşma bir taraftan barışı sağlarken, diğer taraftan devletin iç idari yapısının iki entite (%51 Bosna-Hersek Federasyonu ve yüzde 49 Sırp Cumhuriyeti Entitesi) bazlı bölünmüşlüğüne rağmen AB ve NATO üyeliği sürecinde reformlar yolu ile devlet düzeyinde yeni kurumların kurulması ve devletin genel olarak güçlendirilmesini öngörmektedir. Tabii, tarafların Bosna-Hersek Parlamentosunda kabulü ve uzlaşması ile.

Ancak 1995’te Bosna’da barışın sağlanması ile bağımsız Bosna-Hersek devletinin güçlü olmasını hazmedemeyen ve Bosna’nın yarısını (Sırp Cumhuriyeti entitesini) Sırbistan’a ilhak etmek isteyen Sırp siyasi eliti, Bosna’da kendilerine üçüncü bir ayrı entite isteyen Hırvat siyasi eliti ve farklılıklarıyla güçlü ve bölünmemiş bir Bosna-Hersek devleti isteyen Boşnak siyasi eliti arasında sürekli devam eden hukuki ve siyasi bir çatışma mevcut. Bu çatışma özellikle son on yılda gündemden düşmüyor. Son on yılda, hızını iyice artıran ve bir taraftan Bosna-Hersek devletini parçalamak, öteki taraftan ise kendi varlığını güçlendirmek isteyen agresif bir Boşnak karşıtı Sırp ve Hırvat politikası ile karşı karşıyayız.

Özellikle iktidardaki Sırp siyasiler güçlü bir Bosna-Hersek devletini istemiyor; entiteyi bir şekilde devletleştirmek istiyorlar. 2021’de cereyan eden aktüel bir gelişme ormanlar, toprak arazileri, su ve enerji kaynakları gibi devlet mülkiyetinin devletin mi yoksa entitenin mi yetkisinde olacağı sorusunu ön plana çıkarıyor. Hâlen Büyük Sırbistan ve Büyük Hırvatistan kurma hayallerinin canlı olduğu birçok siyasi parametreden müşahede ediliyor. Ancak Bosna-Hersek’te Boşnak Müslümanların nüfus bakımından -2013 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre- %52-55’ler ile çoğunluğu oluşturması ve aynı zamanda siyasi bir faktör olması Bosna karşıtı siyaset izleyenlerin gözünde büyük bir engel teşkil ediyor.

Soykırımın İnkârı ve Siyasete Güvensizlik

Önemli sorunlardan biri de 1992-1995 savaşında Boşnak Müslümanlara karşı yapılan soykırımın inkârı ve şu anda birçoğu Avrupa’nın değişik ülkelerindeki hapishanelerde çürüyen soykırım sorumlusu katillerin Sırp ve Hırvat siyasiler tarafından kahraman statüsü verilerek ödüllendirilmesidir.

23 Temmuz 2021’de BM Yüksek Temsilcisinin Bonn Yetkilerine dayanarak çıkarttığı “soykırımın inkârının cezalandırılmasına ilişkin yasa”, ülkenin resmî gazetesinde yayımlanarak yürürlüğe girdikten sonra Sırp siyasiler bunu kabul etmedi ve tanımadı. Esasında Boşnak Müslümanlara yapılan ve nerdeyse tüm dünyanın tanıdığı soykırımı inkâr edenlerin de soykırımı tanımaları barışın ve geleceğin temin edileceği bir Bosna için çok önemli bir adım olacaktır. Alman milleti İkinci Dünya Harbi’nden 25 sene sonra bir Willy Brandt yetiştirmeyi başarmıştır. Balkanlarda da belli milletlerin Brandt’larını hâlen beklemekteyiz.

Uluslararası camianın ve Dayton Antlaşması’nın şahitliğini yapan büyük güçlerin (ABD, Britanya, Almanya, Fransa, AB, Rusya) kararlı ve etkili bir tutumu olsa idi aradan geçen bu 25 yıl içerisinde Bosna-Hersek bugün bambaşka bir konumda olabilirdi. Ancak uluslararası camianın iki yüzlü tutumu ve Bosna-Hersek devletini NATO ve AB üyeliğine hâlen davet etmemesi çifte standartların açık bir göstergesidir. Tüm bunlara ek olarak uluslararası toplumun 25 yıldır sürekli tekrarladığı ve devletin işlevsizliğinin, yolsuzluk ve ayrımcılığın ana sorumlularını açıkça belirtmek yerine “Bosna içinde anlaşın” yaklaşımı ise başka bir sorun teşkil ediyor.

Savaştan sonraki dönemde kararlı ve etkili bir tavrın olmaması Bosna-Hersek’te siyasi partilerin yolsuzluğunu da teşvik eden bir faktör olmuştur. Yolsuzluk ülkenin ve halkın müreffeh seviyeye ulaşmasının önünde bir engel teşkil ederken, vatandaşlar bu nedenle hiçbir siyasi partiye fazla güven duymuyor. İktidardaki siyasi partiler ise politikalarını çoğunlukla milliyetçi söylemlere dayandırıyor. Seçime katılım oranının yüzde 45 ila 50 olduğu Bosna-Hersek’te bir diğer önemli sorunu ise Boşnaklar arasındaki yıkıcı siyasi bölünmeler teşkil ediyor. Tüm bu şartlar son yıllarda Bosna’dan Avrupa ülkelerine yaşanan ciddi göç dalgasını açıklıyor.

Gelinen nokta artık siyasi müzakerelerin bittiği yer olarak görülüyor. Sırp Cumhuriyeti entitesi iktidar partisi ve parti lideri Milorad Dodik, Sırbistan ve Rusya’nın desteği ile söylemden eyleme geçmiş bulunuyor. Bir nevi hukuki darbe anlamına gelen mevcut girişim, Bosna-Hersek’i ölmüş bir devlet ilan ederek entiteyi devlet kılmak ve Sırbistan’a bağlamak amacını taşıyor. Yani Srebrenica ve soykırımda şehit edilen 8 bin 372 Müslüman’ın mezarı Bosna’dan ayrılıp Sırbistan topraklarına ilhak edilmek isteniyor.

Uluslararası Toplumun Tutumu Belirleyici Olacak

Olay daha vahim ve tehlikeli seviyelere ulaşmadan uluslararası camianın ve siyasi mekanizmaların harekete geçerek sorumlulara yönelik siyasi ve ekonomik yaptırımları devreye sokması gerekiyor. Ayrıca NATO çatısı altında askerlerin Bosna-Hersek’in kuzey ve doğu sınırlarına yerleştirilmesi önem arz ediyor.

Kalıcı bir çözüm olarak ise Bosna-Hersek’in bir an önce NATO’ya tam üye statüsü ile alınması görünüyor. Bu da en çok Bosna-Hersek’in ve Bosna halkının dost ülke olarak kabul ettiği Türkiye Cumhuriyeti devletinin müdahalesi ile gerçekleşebilecek bir durumdur.  NATO üyeliği Bosna’ya hem siyasi istikrar hem de ekonomik anlamda avantajlar getireceği gibi, mevcut hâliyle Bosna’dan Avrupa’ya gerçekleşen yoğun göç hareketini de durduracak, bu sayede Bosnalılar ülkelerinde kalıp ülke refahına katkı sağlamak için çalışacaktır. Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya NATO Birliği üyesi iken, Bosna Hersek’in hâlâ üye olmaması anlaşılır bir durum değil.

Eğer kısa vadede bahsedilen doğrultuda bir gelişme yaşanmaz ise bu durum Bosna-Hersek’te Avrupa standartlarında bir demokrasinin istenmediği, aksine kontrollü kargaşa, kaos ve sonu gelmeyen bir istikrarsızlık ortamı istendiği anlamına gelecektir. Bu da Balkanlar ve tüm Avrupa için büyük ve sonu tahmin edilemeyen bir krize neden olabilir.

Avrupa’nın ortasında ve kalbinde bulunan bir devlet ve halk için Avrupa standartları ve insan haklarının temin edilmesi kilit önem taşıyor. Bugün ve savaştan bu yana geçen süre içerisinde Bosna’da Avrupa değerlerinin korunması için mücadele veriliyor. Bu değerlerin en önemlilerinden birisi ise çeşitlilik içinde yaratılan insanların bir arada yaşamalarını mümkün kılmak. Tarihe baktığımızda söz konusu değerlerin esasında Bosna’nın kadim değerleri ve gelenekleri olduğu anlaşılacaktır. Bu değerlere sahip çıkılmadığı takdirde faşizim ve soykırım ideolojisi yeniden galebe çalacak. Bu ise ne siyasi Avrupa’nın ne de insanlığın 20. yüzyılın kanlı tarihî olaylarından tek bir mesaj bile almadığı anlamına gelir.

Kaynak: perspektif.eu

You might also like
tr_TRTR
X